Son Dakika
DHMİ Genel Müdürü Serdar Hüseyin Yıldırım, özel sektörden devlet birimine geçtikten sonra yaşadıklarını Atatürk Havalimanı’nda görev yapan havacılımuhabirleriyle paylaştı. Yıldırım, “Mevzuat hazretleriyle tanıştık. Nur topu gibi projelerle uğraşıyoruz” dedi.
“İDEALİST BİR KAFAYLA ÇALIŞIYORUM”
Göreve geleli bir ay olduğunu hatırlatan Yıldırım “Gerçekten çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Kucağımıza aldığımız nur topu gibi bir sürü projeyle uğraşıyoruz. İnşallah gücümüz olduğu, şartlar el verdiği müddetçe de uğraşacağız. İyi niyetle uğraşıyoruz, idealist bir kafayla çalıştığımın altını çizmek isterim. Hala idealistim, gençliğimdeki idealistliği kaybetmiş değilim, onu koruyorum, hakikaten bir şeyler yapmak istiyorum. Havacılıkta iyi projelere imza atmak istiyorum. Bu görevi kabul etmemin sebebi de budur. Yoksa hakikaten ateşten gömlek gibi bir yerdir burası. Kimin için ? Bizler gibi düşünenler için tabi. Klasik devlet memuru zihniyetindekiler için bu böyle olmayabilir. Rutin olarak gününüzü geçirebilirsiniz. Ama biz öyle bakmıyoruz. Biz hakikaten dünya standartlarında farklı bir şeyler yapmak istiyoruz. Tabi gücümüz yeter yetmez, onu bilmiyorum ama gayret edeceğiz en azından, bunu söyleyebilirim” diye konuştu.
“MEVZUAT HAZRETLERİYLE TANIŞTIK”
DHMİ’den önce batan birçok havayolunun hikayesine tanıklık ettiğini belirten Yıldırım, devlette çalışmanın ne olduğunu işin başına geçince anladığını söyledi. Yıldırım, “Tabi göreve gelince mevzuat hazretleriyle tanıştık. Bir ay içerisinde nasıl bir şey olduğunu gördük. Daha da göreceğiz herhalde” dedi.
“3. HAVALİMANIN’DA İNŞAAT MAYIS’TA BAŞLAYACAK”
Yıldırım 3.havalimanında gelinen son aşamayı anlatırken de “ Üçüncü havalimanımız bizim için çok çok önemli bir proje. Şu anda DHMİ’nin elindeki en önemli proje. Türkiye’nin de önemli projelerinden. Bir kere bu proje çok geçikmiş bir proje. Keşke daha evvel başlasaydı, bugün bitmiş olsaydı. Çünkü İstanbul hava trafiği artık gerçekten zorlanıyor. Atatürk Havalimanı istihab haddini doldurmuş durumda. Sabiha Gökçen ortada. Üçüncü havalimanı çoktan bitmiş olmalıydı ama bugün başlama noktasında henüz. Biliyorsunuz deklare edilen bir tarih var. 2017’nin sonu gibi ilk fazın açılması hedefleniyor. Tabi bu hedefin tutturulması için hakikaten çok yoğun bir çalışma gerekiyor. Hummalı ve çok ciddi bir çalışma gerekiyor. Gerçi ihaleyi alan yükleniciler güçlü şirketler. Güçlü bir konsorsiyum. Bunu yapacak güçleri var mı derseniz var tabi ama iyi organize olmak kaydıyla. İnşallah bu iyi organizasyonu başarıp bunu halledeceklerdir diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi 3. Havalimanında şu anda inşaat henüz başlamış değil. Çünkü yer zemin olarak biraz problemli olduğu için başlanamadı. Henüz bu zeminin ıslahıyla uğraşıyorlar. Tabi bu biliyorsunuz medyada da çok tartışılıyor. Olaya şöyle bakmak lazım. İstanbul’u önünüze koyduğunuz zaman bu çapta büyük bir havalimanının sığabileceği başka bir yer yok. Bunu çok uzağa gitmemek kaydıyla sağlıklı olarak inşa edebileceğiniz yer yok. Şu anki yer bile mesafe olarak şehir merkezine çok ciddi bir uzaklıkta. İyi bağlantılar kurulmazsa, sıkıntılar yaşanabilecek mesafededir. Ama bu bağlantı aksları inşası paralel olarak yürüyor zaten. Biz bununla ilgili koordinasyon toplantılarına da katılıyoruz. İkazlarımızı yapıyoruz. Havalimanını tek başına yapmak yetmez, bu havalimanının şehirle entegrasyonunun da sağlanması lazım. Gerek hızlı demiryolu sistemleriyle gerekse yeterli karayolu bağlantılarıyla ulaşımı sağlamak zorundasınız. Bu yapılmadığı müddetçe tek başına havalimanı inşa etmek bir anlam ifade etmez diye söylüyoruz. Herkes bunun farkında. Bu manada devletin birimleri arasında koordineli bir çalışma yürüyor. İnşallah tabi temennimiz odur ki yeni havalimanının ilk fazının açılış safhasında yeterli bağlantılar da kurulmuş olacaktır. Üçüncü köprü üzerinden hızlı tiren hattı çok önemli bir bağlantı. Bu hem Sabiha Gökçen’i hem üçüncü havalimanını bağlayacak, böylece Atatürk ve Sabiha havalimanları da birbirine entegre edilmiş olacak. Gayrettepe’den bir metro hattı üçüncü havalimanına bağlanacak. Bu da çok önemli bir proje, çünkü direkt şehir merkezinden üçüncü havalimanına ulaşımı sağlayacak. Bu bağlantılar ve üçüncü havalimanı paralel olarak bitirildiği takdirde, sadece İstanbul’un değil, hem Türkiye’nin hem de bana göre dünya sivil havacılığının bir nevi yönünü değiştirecek çapta büyük bir projedir. Fiili inşaata başlama tarihi olarak şu anda görünen Mayıs ayıdır. O zamana kadar zeminle ilgili çalışmaların ilk bölümü tamamlanacak. Zaten hepsinin bitmesi gerekmiyor. İnşaatın başlanacak kesimini öncelikli olarak ıslah ediyorlar. Terminalin ve ilk etapta yapılacak iki pistin zeminini iyileştirecekler. Bunlar yapılırken paralel olarak diğer yan taraftaki arazilerin ve diğer paralel pistlerin ve binaların da zemin iyileştirme çalışması yapılacak. Çok kuvvetli bir çalışma yürütülmesi bekleniyor. Şu andaki ön görümüz inşaatın Mayıs ayında başlayacağı yönünde” diye konuştu.
“ÖNEMLİ OLAN BÜYÜKLÜĞÜ DEĞİL KALİTESİ”
Yıldırım üçüncü havalimanında dünyadaki benzerlerinden farklı öne çıkan ne gibi özelliklerin olacağının sorulması üzerine “İstanbul’a yapılacak üçüncü havalimanın en büyük farkı coğrafi konumudur. Dünyadaki nüfus dengeleri ve havacılık akışının gelişmesi göz önüne alındığında, havacılık aksının ağırlık noktası bugün Türkiye üzerine kaymıştır. Eskiden Avrupa üzerindeyken, Frankfurt bu yolla Frankfurt olmuştur. Şimdi bu aks tamamen Türkiye’ye hatta neredeyse İstanbul üzerine gelmiştir. Çünkü Asya’nın, Ortadoğu’nun önemi hem seyahat sayısı hem de havayolu etkinliği yönünden çok artış gösterdi. Coğrafyanın üçüncü havalimanı konusunda başarılı olmamız yönünde çok büyük avantajları var. Böyle büyük bir havalimanını her yerde yapıp işletemezsiniz. Ama İstanbul bu iş için çok ideal bir yer. Yeter ki biz doğru olarak bunu yapalım, doğru şekilde de pazarlayalım. Bazı geçmişten getirdiğimiz sıkıntılara takılmayayım. Burası Frankfurt’u da Heathrow’u da siler, bunu çok açık söylüyorum. Zaten üçüncü havalimanı daha inşaatı başlamadan dünyada merak konusu oldu. Geçen hafta Avrupa Birliği Komisyonu 7 parlamenterle ulaşım konusundaki faslın açılması görüşmeleri için Ankara’ya gelmişti. Burada DHMİ olarak bizzat kendim sunum yaptım. En çok sorulan soru 3. Havalimanı. Ne zaman bitecek, Atatürk Havalimanı kapanacak mı, burayı nasıl kullanacaksınız gibi hep detay sorular yöneltiyorlar. Bütün detaylarını öğrenmek istiyorlar. Çünkü 3. Havalimanı Avrupa’yı derinden etkileyecek bir projedir. Arazinin fazla büyük tutulduğuna dair tartışmaları anlamsız buluyorum. Hatta anlamakta güçlük çekiyorum. Çünkü aynı zihniyet, Atatürk Havalimanı’nın niye bu kadar dar alana hapsedildiğini de sorguluyor. Haklılar ama 50 sene sonrasını düşünerek, planlama yapmak zorundayız. Havalimanının etrafı binalarla dolmasın, uçaklar manialar oluşmasın, çevre korunsun diye yeni havalimanının arazisini çok geniş bıraktık. Üçüncü havalimanının dünyanın en iyi havalimanlarından biri olacağını düşünüyorum. Ben bunu büyüklüğü ölçü olarak savunan biri değilim. THY için de aynısı geçerlidir. Ben yönetim kurulundayken onlara da söyledim. ‘Şu kadar noktaya uçuyoruz, bu kadar uçağımız var’ demeyelim. En iyi hava yolu olmakla övünelim, en büyük olmakla değil. Üçüncü havalimanı için de aynı şey geçerli. 150 milyon yolcuya çıkmak önemli değil, ona layık olduğu şekilde, güvenli konforlu hizmet verebilmek önemli. Bunu yapabiliyorsak, hiçbir sıkıntı olmaz. Türkiye’nin sivil havacılık potansiyelinin çok küçük bir bölümünü kullandığını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
“ATATÜRK HAVALİMANI KAPANMAMALI AMA…”
DHMİ Genel Müdürü Serdar Hüseyin Yıldırım, üçüncü havalimanı tamamlandıktan sonra Atatürk Havalimanı’nın akıbetinin ne olacağının sorulması üzerine de “Havalimanı’nın yine havalimanı olarak devam etmesi gerekir. Bu da havacılığın belli sahalarına hizmet vermesi, yolcu ve yük taşımacılığı konusunda çalışmamasıyla mümkün olabilir. Çünkü THY’nin de böyle bir görüşü var ki haklıdır. Ben de havayolcu olsam böyle düşünürüm. Dev bir operasyonu ikiye bölemezsiniz. Yani merkeziniz tek havalimanı olmak zorunda. İki havalimanı olmaz. Yoksa transferde korkunç sıkıntılar yaşarsınız. Bu Sabiha Gökçen de belli bir süre denendi ve çok zor olduğu görüldü. Onun için THY haklı olarak şunu söylüyor. ‘Arkadaş ben bütün operasyonumu Atatürk’ten yeni havalimanına geçiririm. 300 uçağım varsa hepsine üçüncü havalimanından sefer yaptırırım. Buradan oraya oradan buraya geçeyim diyemem, bunu yapamam’ diyor. Bu da çok doğrudur. Çünkü transfer yolcuların bu kadar arttığı, Türkiye’nin bir transit, İstanbul’un da gerçek manada uçuşların merkezi haline geldiği bir noktada böyle bir şey bana göre ölümcül bir hatadır. Bu kabul edilemez. Dolayısıyla yolcu trafiği için böyle bir bölünme düşünülemez. Sabiha Gökçen’i ayrı tutalım, Avrupa yakasındaki yolcu trafiğinin tamamı üçüncü havalimanına geçecektir. Bari kargo Atatürk Havalimanı’nda kalsın diyenler de var. Ben bunu da doğru bulmuyorum. Kargonun da tamamen üçüncü havalimanına geçmesi lazım. Çünkü yeni havalimanı zaten tüm bunları kaldıracak kapasitede yapılıyor, bunda bir sıkıntı yok. Birinci olarak Atatürk Havalimanı genel havacılık, hava taksi, hava ambulans ve eğitim uçuşları için kullanılabilir. İkinci olarak ta business ve VIP jetler buradan uçabilir. Buraya konabilir. Çünkü burası artık şehrin içinde bir havalimanı oldu. Yerli ve yabancı ülke devlet büyüklerinin uçakları Atatürk Havalimanı’na inebilir, çok rahat bir şekilde park edebilir. Ona göre de özel bir güvenlik sistemi sağlanır. İstanbul’daki yoğun uçuş trafiğinin içine girmeyeceği için de çok daha verimli netice alınabilir. Benim şahsi düşüncem böyle olması gerektiği yönünde. Ama bununla ilgili bir karar henüz yok. Varsa da en azından ben bilmiyorum” diye konuştu.
“SABİHA GÖKÇEN İSTANBUL İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”
Yıldırım Sabiha Gökçen Havalimanı’nın üçüncü havalimanı yapılana kadar İstanbul için çok önemli bir opsiyon olduğuna dikkat çekerek, “Burada işleyiş biraz farklı. İşletmeci İSG, havalimanının sahibiyse Savunma Sanayi Müsteşarlığı. Bu yüzden DHMİ olarak kule dışında buraya dahilimiz yok. Ancak ikinci pistin yapımı ve takibi işi bize verildi. İkinci pist konusundaki gecikme, yüklenici firmanın çalışmalarına hukuki yönden itiraz gelmesi yüzünden yaşandı. Ama mahkeme bu itirazı reddetti ve ikinci pistin yapım aşamasına gelindi. Temeli atıldıktan sonra en geç 1.5 yılda tamamlamayı hedefliyoruz. Bunu yapmak zorundayız, çünkü mevcut pistin bile ciddi sorunları var. Taşıdığı ağır yük yüzünden ciddi bozulmalar, kırılmalar var. Bu yüzden gece 01:00-04:00 arasında tamir çalışmaları yapıyoruz. Terminali zaten yeterli, o konuda bir sıkıntı yok” diye konuştu.
“DHMİ’Yİ TÜRKİYE’YE HAPSOLMAKTAN KURTARACAĞIZ”
Yıldırım “Geleceğe yönelik bir ajandanız var mı ? Yapacağınız değişiklikler neler olacak, idealinizde olup da gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz var mı? ‘şeklindeki soru üzerine de “Tabi ki var. Ben bu göreve gelebileceğimi düşünmeden önce bile, hayal ettiğim bazı projelerim vardı. Malum her şey bir hayalle başlar ama hayali gerçeğe dönüştürmek, doğru planlama yapabilirsek, elimizdeki imkanları doğru kullanabilirsek aslında mümkündür. Benim hayalim ve vizyonum şudur. Açıkçası bunu burada söylemekte bir mahsur görmüyorum. DHMİ hakikaten Türkiye’nin güzide kurumlarından bir tanesidir, dev bir kuruluştur. Ciddi tecrübesi, yetişmiş insan gücü, birikmiş ciddi potansiyeli olan bir kuruluştur. Ama bu kuruluş hepinizin de bildiği gibi Türkiye sınırları içine hapsolmuş vaziyette. Benim vizyonum bu kurumu dünyaya açmaktır. Yani global hale getirmektir. Sınırların dışına çıkarak büyük işler yapacak bir yapıya kavuşturmaktır. Şüphesiz bu söylediğimin zor bir iş olduğunu biliyorum tabi. Ama bu yönde çalışacağız. Bunu bazı yerlerde şu ana kadar deklare ettim. Ancak bununla ilgili bir yol haritası var mı derseniz henüz yok, bu ham bir fikir. Benim kafamda olan bir fikir. Tabi yukarından siyasi iradenin de buna evet demesi halinde çok hızlı mesafe alınabilecek ve gerçekleşek bir fikir. Dünyada bugün DHMİ kadar gücü ve potansiyeli olmayan bir çok kuruluş, çok ciddi işler yapıyor. Biz de yapabiliriz. Şöyle düşünün, DHMİ bugün Afrika’da ilişkilerimizin üst seviyede iyi olduğu bir ülkede şunu dese ‘sizin dökülen bu meydanınızı alsak, yenilesek veya sıfırdan yapsak, sonra burayı 20-25 sene işletip size devretsek. Aynı bizim içeride uyguladığımız yap-işlet-devret modeli gibi. Afrika ülkeleri veya bu durumdaki ülkeler buna ne der sizce ? Bence ürerine atlarlar. Onlardan para çıkmayacak, yatırımını biz yapacağız. Tabi ki bunu her türlü fizibilitenin ardından karlı bir şekilde gerçekleştireceğiz. Türkiye’deki örnekleri bunu bize gösteriyor. Bizim özel firmalarımızın bu işlerde nerelere geldiği hepimizin malumu. Biz bunun ne zaman başladığını da çok iyi biliyoruz. Tabi mevzuat buna müsait mi sorusu çıkıyor karşımıza, ama her yönüyle müsait değil şüphesiz. Çünkü DHMİ bu şekilde düşünülüp, yapılandırılmış bir kuruluş değil. Ama bazı şeyler değişebilir. Mesela yeni bir değişiklikle şu anda yurt dışında ihalelere katılma imkanımız var, bunun önü açıldı. Yeni çıkan bir düzenleme ile bu halledildi. Bunu bir adım daha ileriye götürmemiz mümkün. Özellikle finansman ve işbirlikleri konusunda bazı değişikliklerle bu pekala yapılabilir. Afrika, Asya ve Latin Amerika’da hatta Avrupa hariç her yerde bu işleri yapabiliriz. Avrupa’yı bunun dışında tutuyorum. Çünkü Avrupa tükenmiş bir yerdir. Avrupa’da buna ihtiyaç olmaz. Ama Avrupa’nın dışında bu tür havalimanı projeleri yapabileceğimizi düşünüyorum. Bu sıfırdan komple yeni bir proje de olabilir, başka türlü işbirlikleri de olabilir. Bir modernizasyon da olabilir. Sadece teknik yönüyle işin içine girmek de olabilir. Ama netice itibarıyla yurt dışında projeler almak, iş almak, bunları yapmak işletmek, karlı bir şekilde yönetmek gibi bir vizyonumuz var. Bunu gerçekleştirmek için DHMİ’nin içinde de bazı dönüşümleri yapmamız gerekecektir. Bu da olur, olmayacak bir şey değildir. Bunun güzel örnekleri var. Tabi bunları illa özelleştirme manasında söylemiyorum. Çünkü o da çok gündeme geliyor. ‘Aaa DHMİ özelleşecek mi, şöyle mi yoksa böyle mi olacak’ şeklinde hemen tartışılıyor. Bu bir özelleştirme olarak algılanmamalı. Bunun özelleştirme dışında çok farklı yöntemleri var. Farklı şirketler kurulabilir, iştirakler olabilir ama özelleştirme gündemimizde kesinlikle yok. Çünkü bu hemen spekülasyon konusu oluyor. Bunun özelleştirmeyle olması da şart değil, bazı değişikliklerle daha rekabetçi bir şekle bürünerek, bunları yapabiliriz diye düşünüyorum. En önemli konu bu. Bunun dışında da yapılması gereken bazı değişiklikler var ama diğerlerinin hepsi bunun yanında ufak kalır. Bu büyük bir vizyondur, inşallah gerçekleştirmek nasip olur” şeklinde konuştu.
“TAV’LA BİRLİKTE YURT DIŞINA AÇILABİLİRİZ
“Yıldırım, “Türkiye’de TAV gibi bu işleri başarıyla yürüten şirketler var. Onlarla işbirliği yapmayı düşünüyor musunuz ? “ yolundaki soru üzerine “Elbette böyle işbirlikleri yapılabilir. Zaten Türkiye’de yürürlükte olan kamu özel işbirliği yöntemi var. Bu çok güzel uygulanıyor. Benim kafamda da TAV gibi kuruluşlarla yurt dışında işbirliği yapma fikri var. Niye olmasın ? TAV’la da olur, diğer işletmeci kuruluşlarımızla da olur. Yahut komple işletmeci olmayıp ta inşaatında yer alabilecek, teknik ve IT bölümünde yer alabilecek çeşitli profesyonel firmalarımız var. Hatta bir adım daha ötesi var. Belki bunu şimdi konuşmak çok erken ama bazı cihazların, ekipmanların tamamen yerli üretimlerini de üretici firmalarımızı da bu işin içine çekerek, yani ülkeyi komple bir lig yukarıya taşıyarak bu işi yapabiliriz. Mesela DHMİ’nin TÜBİTAK’la işbirliği içinde yaptığı bir milli radarımız var. Bunun ilk aşamasında kuş gözetleme radarımız vardı. Milli proje bununla başladı. Kuş gözetleme radarımızı yakında Antalya Havalimanı’nda devreye alacağız. Ama milli gözetim radarı adı verilen, bildiğimiz premeri radarı, yüzde 100 yerli olarak yaptık. Yazılımıyla, donanımıyla, her şeyiyle milli bir radarımız var şu anda. Hatta geçen Cumartesi ben de oradaydım. Bilim ve Teknoloji Bakanımız Fikri Işık’ın TÜBİTAK’ı ziyaretine bizi de davet ettiler. Bakanımız da çok etkilendi, bilmiyormuş detayını. ‘Ya bunu hepsini biz mi yaptık ?’ diye sordu. Evet hepsi bizim yerli. Bu teknoloji aşıldı diyebilirsiniz ama bu gelişim böyle başlıyor. Bugün bunu yaparsınız, yarın daha gelişmişini seconderyi yaparsınız. Bu iş böyle yürüyecek. Tabi illa ki bu cihazları adım adım geliştirmiş ülkelerin gittiği yolu takip etmek zorunda da değiliz. Şu anda teknolojinin ve bilimin geldiği seviye bize çok büyük ufuklar açıyor. Yani tabiri caizse by-pas yapabiliriz. Şöyle düşünün. Bir koşucu size üç tur bindirmiş sürekli önünüzde koşuyor. Siz de hep onun arkasında koşarsanız, onu hiçbir zaman yakalayamazsınız. By-pas yapabilirsek, yakalamak bir yana onu geçebiliriz de. Globalleşmenin ve teknolojinin geldiği seviyede bu imkanlar var. Yeter ki siyasi irade bu işlerin önünü açsın. Bu çok önemli. Gerekli idealist insanların bir araya gelmesiyle başarılabilecek bir konudur bu. Bizim her alanda, her konuda yetişmiş insan gücümüz var. Ben dünyayı çok dolaşan, seyyah yönü olan, 120 ülke gezmiş birisiyim. Dünyada gitmediğim yer çok azdır. Şunu çok iyi biliyorum. Dünyanın her yerinde her bilim ve iş dalında çok üst seviyede yetişmiş insanlarımız var. Hepsi çok önemli vazifeler yapıyorlar. Bunlar şartlar hazırlanarak, ciddi projelerle davet edilmeleri halinde kesinlikle Türkiye’ye geleceklerdir. Kendileriyle oralarda konuştum. Gelmiyorlarsa bir sebebi vardır. Kıymetleri bilinmediğindendir veya şudur budur. Ama bu konuda ciddi bir çalışma yapılırsa geleceklerdir. Bizim yapamayacağımız bir şey yok, bunu demek istiyorum. Benim inancım bu yöndedir. Bu öyle bir pakettir ki gerçekleştiği zaman, Türkiye’yi dünyada birinci lige, hep o söylediğimiz ilk 10 ekonomi içine sokabilecektir. Bunu gerçekleştirmek için memleketçe komple bir hamle yapmak zorundayız. Sadece bir iki yönüyle meseleye bakmamak lazım. Mesela biz havalimanı yapıyoruz. Radarını, VR’nı, ILS’ini, asansörünü, yürüyen merdivenini yabancı firma getiriyorsa, veya karla mücadele, yangın müdahale araçlarını hepsini dışarıdan alıyorsak, bunun çok fazla bir kıymeti kalmıyor. O zaman biz projeyi gidip dışarıda yaptığımız zaman da bununla çok fazla övünemeyiz. Çünkü yarıdan fazlası yine yabancı marka olacak demektir. Benim kafamdaki bu değil. Saydığımız tüm bu ekipmanları sıra sıra, adım adım millileştirmemiz lazım” diye konuştu.
“SMART AY SONUNDA TAMAMEN DEVREYE GİRECEK”
DHMİ Genel Müdürü Serdar Hüseyin Yıldırım bu anlamda Türkiye’nin yerli hava trafik kontrol sistemi Smart Projesi’nde gelinen son aşamayı da paylaştı. Yıldırım “Ben de göreve geldiğim ilk gün ‘ne oldu bu smart, ne aşamadayız’ diye sordum. Tabi maalesef bu da çok gecikmiş, bunu üzülerek söylüyorum. Maalesef Türkiye’deki en büyük sıkıntımız her şeyin biraz gecikmesi. Böyle usulümüzden midir artık bilemiyorum ama hep geç kalıyoruz. Smart’ta aslında başlangıçta geç kalınmamış ama projenin seyri esnasında yaşanan bazı sıkıntılar, olumsuzluklar yüzünden proje çok uzamış. Üç senede bitmesi öngörülen proje, 6-7 seneyi geçti. Tamamlandığı halde devreye alınmış değil. Ama devreye alınmak üzere, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Her türlü testleri yapıldı. İhaleyi yürüten yabancı firma da son teslim ve devreye alma çalışmalarını yapmak için önümüzdeki günlerde Ankara’da olacak. Bir yandan da SHGM ile görüşüyoruz. Bildiğiniz gibi SHGM’nin projeyi ruhsatlandırması ve müsaadesi gerekiyor. Dün sayın Bilal Ekşi ile beraberdik, konuyu görüştük. İnşallah bu ay çıkmadan Smart’ı devreye alma kararlılığındayız. Geçenlerde yaşadığımız elektrik kesintilerinden tutun da, bir terör saldırısı gibi tüm olumsuz senaryolara karşı tüm deneylerden başarıyla geçti. Hava trafiği tek elden yönetilecek demek bunun yedeği olmadığı anlamına gelmiyor. Yedeği de çok kuvvetli bir özellikte var. Gecikmişliğin dışında Smart’ta bir sıkıntı yok” şeklinde konuştu.
“AHL’DE HER ADIMI DÜŞÜNEREK ATIYORUZ”
Üçüncü havalimanına geçileceği halde Atatürk Havalimanı’nın bugünlerde şantiye gibi hummalı bir çalışma içinde olduğuna dikkat çeken Yıldırım “Üçüncü havalimanı hep gündemde olduğu için Atatürk Havalimanı’nda şunu yapalım mı yapmayalım mı diye karar vermekte zorlanıyoruz. Mesele siz de gördünüz. 3-5 sağ pistine girdik ve tamirat için kırmaya başladık. Biz bu işe girişirken, ‘nasılsa kapanacak burası ne gerek var’ diyenler oldu. Ama bu havalimanı 3 sene daha İstanbul’un yükünü taşıyacak. Ancak üç sene bu haldeyken 3-5 pisti bu yükü kaldıramaz. Çok ciddi çatlaklar, kırıklar, bir sürü sıkıntılar oluşmuş. Bunu biz yapmak zorundayız. Tabi herkes ilk önce bağırdı çağırdı ama aklın yolu bir. Gerçekleri de insanların önüne koyduğunuz zaman ister istemez kabul edeceklerdir. Kabul ediyorlar, zaten etmek zorundalar. Çünkü yolcularımızın emniyeti söz konusu. Bunu asla ve hiçbir şekilde riske atamayız. O yüzden bütün tepkilere, seçim öncesidir, bilmem nedir demelerine rağmen biz kararlı durduk ve pisti tamirat için kırdık. Şu anda çalışmaya devam ediyoruz. İnşallah 70 günde bitireceğiz. Eski kulenin yıkılmasıyla açılacak yeni park yerlerine, her alana ihtiyacımız var” şeklinde konuştu.
“GENEL HAVACIĞI GÜÇLENDİRMEK ZORUNDAYIZ”
Yıldırım, Türkiye’de havacılık altyapısı gelişmesine rağmen yeni bir havayolu şirketinin kurulmadığının hatırlatılması üzerine “Alt yapı gelişiyor ama altyapıyı sadece yeni havalimanları yapmak, modern teçhizatlarla donatmak olarak anlamayalım. Aslında gerçek manada havacılık altyapısı gelişmiyor. Sebebi de şudur. Genel havacılık gelişmiyor, bunu geliştirmemiz lazım. Bu işin en temeli Amerika’da Avrupa’da küçük uçaklar, hava taksiler, planörler, business jetler gibi hizmetlerle genel havacılığın gelişmesi mümkündür. Genel havacılığın gelişmişliği de alt yapının gücünü gösterir. Bu işin halk tarafından öğrenilmesi, benimsenmesi gerçekten anlaşılması ancak böyle olabilir. Evet artık uçağa binmeyen kalmadı. Bu büyük bir gelişmedir, kabul etmemek mümkün değil. Ama genel havacılık hizmetleri yönünde istenilen gelişmeyi sağlamış değiliz. Gündemlerimden birisi de budur. Genel havacılıkta atılım yapmak için seçimden sonra havacılığın Türkiye’deki tüm paydaşlarıyla bir toplantı yapmayı düşünüyorum. Bu toplantıda business, sportif, hava taksi, hava ambulans, ticari uçuşlar, eğitim uçuşları, pilotaj gibi konuları masaya yatıracağız. Altyapısını da hazırlamaya başladık. Bunu ilk defa burada söylüyorum. Zamanı net değil ama çok uzamadan bu sene içinde toplantıyı inşallah gerçekleştireceğiz. Bu konu çok önemli. İş buradan gelişirse, insanlar havacılık mosyonunu yaşayarak alırlarsa, bu iş tabana yayılırsa o zaman daha sağlıklı yürüyebilecek hava yolu şirketleri kurmak ta mümkün olabilir” şeklinde konuştu”.
KADRODA DEĞİL ZİHNİYETTE DEĞİŞİKLİK ŞART”
Yıldırım yönetim kadrosunda değişiklik olup olmayacağının sorulması üzerine ise “Kadroda değişiklik yapmak söz konusu olabilir. Ama DHMİ kamu kuruluşu olduğu için kadroda değişiklik yapmak özeldeki kadar kolay değil. DHMİ’nin kadrosu gerçekten çok tecrübeli insanlardan oluşuyor. Çok uzun yıllarını bu işe vermiş idarecilerimizin müthiş bir bilgi birikimi var. Buradaki asıl sıkıntımız şahısların kendilerinden ziyade memur zihniyetidir. Bunu aşabilirsek, Ahmet gitmiş Mehmet gelmiş meselesinde takılıp kalmazsak başarılı olabiliriz. Yani Ahmet de Mehmet’in zihniyetinde iş yapacak olduktan sonra bir şey değişmez. Yapmamız gereken bu memur anlayışını değiştirmektir. Bu da kolay bir şey değil. Çünkü çok uzun süreden beri gelen bir alışılmışlık, bir rutin çalışma düzeni var. Bu bana çok garip geliyor. Çünkü biz özel sektörde özellikle havacılar olarak çok hızlı hareket etmeye alışmışız. Havacılığın en büyük özelliği sürattir, hızdır. ‘Denizcilikle havacılığın temel farkı nedir ?’ diye sorsanız ‘hız’ denir. Yoksa gideceğiniz yere 1 ayda gemiyle de gidebilirsiniz. Ama biz uçakla 5 saatte gidiyoruz. Ayırıcı faktör burada hızdır. Dolayısıyla biz de çok hızlı olmak zorundayız, hızlı hareket etmek zorundayız. Her şeyi önceden düşünüp, planlayıp zamanın önüne geçmek zorundayız. Hocalarımız bize böyle öğretirler, uçağın önünde gideceksiniz derlerdi. Uçak 1000 kilometreyle uçabilir ama sen fikren onun önünde gitmek zorundasın denilirdi. Yoksa geçmiş olsun ! Tabi bunları düşününce bana biraz zor geliyor memurluk. Buna da inşallah alışmayalım. Memur zihniyetine geçme konusunda söylüyorum. ‘Peki bu zihniyeti dönüştürebilir misiniz ?’diye sorsanız, zor tabi. Ama çalışacağız. Birlikte çalıştığımız yönetici pozisyonundaki arkadaşlarımız, daha alt kadrolardaki arkadaşlarımızın bunu anlayacağını düşünüyorum. Buna inanıyorum. Çünkü insanlar doğruyu kabul ediyor. Ne kadar zıt düşünürse düşünsün. Bu siyasette de böyledir. Bakmayın bu kısır çekişmeler çoğu zaman insanlar bir araya gelip konuşmadığı için oluyor. Yani kim olursa olsun doğruyu o insanın önüne koyduğun zaman kabul edecektir. Etmiyorsa zaten konuşmanın faydası olmaz, orada bir art niyet var demektir. Çünkü makul olan bir şey kabul görür” şeklinde konuştu.
“HAVACILIK TAZMİNATI CİDDİ BİR SIKINTI”
Tamamen Euro Control’ün inisiyatifinde olan havacılık tazminatları konusuna da açıklık getiren Yıldırım “Ciddi bir sıkıntı bu. Maalesef personelimizde de belli bir huzursuzluğa sebep olmuş. İşin kötü tarafı, bu konuda herkesi tatmin edecek bir çözüm bulmak neredeyse imkansız. Çünkü Eurocontrol bunu şartlı veriyor. Sadece Eurocontrol’ün ilgili olduğu hizmetlerin verildiği birimlerin bundan istifade edeceği söyleniyor. Özellikle Türkiye’nin üzerinden yapılan uçuşlarla ilgili hizmet veren. Bu para bunlara verilecek gibi konmuş. Tabi uzun zaman olmuş bu iş olup biteli. Bu sadece DHMİ’nin, hatta Ulaştırma Bakanlığı’nın da inisiyatifinde olmamış, Maliye Bakanlığı devrede olmuş, başka bakanlıklar devreye girmiş, hazine girmiş, Yüksek Planlama Kurulu girmiş vs. birçok devlet birimi işin içine girmiş ve bir takım kararlar alınmış. Bu kararlar alınırken de aslında çok da girift tablolar oluşturulmuş. Personel birkaç kategoriye ayrılmış, bir salt bu işe hizmet verenler, bir yarı yarıya görülenler, biraz ilgili olup biraz olmayanlar, bir de hiç ilgili olmayanlar gibi kategoriler olmuş. Bunlara farklı oranlarda, yüzdelerde bu tazminatın dağıtılması kararlaştırılmış. İşin ilginç tarafı, mevzuat haline getirilerek, bize verilmiş. Maalesef çoğu personelimiz, bunları benim değiştirmeye yetkim olduğunu düşünüyor. Benim böyle bir yetkim yok. Bir haksızlık var mı? Haksızlık olarak görülebilir. Çünkü maaş işi hassas bir iş. Mesela bana şunu söylüyor, ben haklı görüyorum; ben elektronikçiyim, bu arkadaşım da elektronikçi. Aynı okuldan mezun olmuşuz. Hizmet süremiz yaklaşık aynı. Ama o seyrüseferde çalışıyor. Ben diğer tarafta çalışıyorum. O benden şu kadar fazla maaş alıyor. Bu hak mı, adalet mi diyor. Böyle baktığınızda haksızlık gibi görünüyor. Ama yapacak bir şey yok. Beni de o tarafa alın diyor. Herkesi o tarafa alırsak, orada öbür işleri yapacak personel kalmayacak. Yani açıkçası çıkmaz bir durum. Belki en başta, rakamların birbirine yakın olması sağlanabilirdi diye düşünüyorum ancak olmamış geçmiş bu şekilde. Bu saatten sonra bunu değiştirecek şansımız da yok işin kötü tarafı. Tek yapmamız gereken, arkadaşlarımıza bunu iyi bir şekilde anlatmak ve bunu başka şekilde telafi etmek. Onun üzerinde de kafa yoruyoruz. Yani meydanlarda diğer birimlerde çalışan arkadaşlarımız da bundan çok müşteki. Apron memurlarımız, ARFF memurlarımız vs. onlarda bu durumdan şikayetçi. Biz de bu işin içindeyiz diyorlar. Haklılar. Fakat işte o tazminat şartlı olarak verilmiş. Bu huzursuzluğu en aza indirmek için neler yapabiliriz, nasıl bir telafi yöntemi bulabiliriz diye üzerinde düşünüyoruz. Ama kolay da bir şey değil. Elimiz kolumuz bağlı durumda tazminat konusunda” diye konuştu.
BENZER HABERLER